Çingenelerin Kökeni ve Göçleri
Romanların göçü
Çingeneler üzerinde araştırma yapan bilim adamlarınca, çingenelerin Hindistan kökenli oldukları ileri sürülmektedir. bilim adamlarını bu kanaate götüren sebep, 200 yılı aşkın bir zamandan beri çingeneler üzerine yapılan dil karşılaştırmalarının, onların büyük ölçüde Hintçe ağırlıklı dillerinin olduğunu göstermesidir. Günümüzde ise antropolojik, entnolojik ve filolojik araştırmaların ışığında çingenelerin Hindistan kökenli oldukları kesin bir şekilde ileri sürülmektedir. Çingenelerin tipolojik ve dil yapılarından hareketle Hintli olduklarına hükmedilmesinin yanı sıra, antropolojik olarak da onların ariler öncesi Hindistan'ın yerlileri olduğu kanaatine varılmaktadır.
M. Genner de çingenelerin ana vatanlarının Hindistan olduğunu ve onların Hint yarım adasının esas yerlileri olduğunu kabul etmektedir. Ona göre çingenelerin ilk göçü milattan önce arilerin Hindistan'ı istila etmesiyle başlamıştır. Göç öncelikle kuzeye, Moğolistan ve Türkistan istikametine doğru olmuştur. Daha sonra çingeneler, Moğollardan ata binmeyi ve Türklerden de demirciliği öğrenmiş olarak vatanlarına geri dönmüştür.
Bütün bunlara rağmen onların Hindistan'dan göçleriyle ilgili, araştırmaların pek çoğunun kesin olarak kabul ettikleri görüşleri şu şekilde sıralamak mümkündür:
1)Göç, kitle halinde olmamış, aksine farklı zamanlarda küçük gruplar şeklinde olmuştur.
2)Göç olayında savaşlar, tehcir, takip ve tarımsal nedenler gibi dış sebepler mevzu bahistir.
3)Küçük grupların göçü, ilk olarak M.S. V. ve VII. yüzyıllarda Hindistan ve İran arasında ilk göç hareketinin muhtevasından dolayı vuku bulmuştur ve daha sonraki ise Müslümanların İran ve Hindistan'ı fethettiği VII. ve X. yüzyıllar arası olmuştur. Göçün sonuncu halkası, X. ve XIII. yüzyıllarda Gazneli Mahmud ve onun halefleri döneminde olmuştur.
4)Avrupa'ya çingenelerin göçü; İran, Ermenistan, Anadolu, Yunanistan ve Güney Slovak Bölgesi üzerinden gerçekleşmiş olması mümkündür. Çünkü bütün Avrupa Çingenelerinin lehçelerinde Ermenice, Türkçe, Yunanca ve Slovakça'dan alınmış kelimeler bulunmaktadır.
5)İran'dan göçün zamanı, İran'ın VII. yüzyılda Müslümanlar (Araplar) tarafından fethedilmesinden kısa bir müddet önce ve ya sonra vuku bulmuş olmalıdır. Çünlü Avrupa çingenelerinin lehçelerinde Arapça kelimeler mevcuttur.
Bizanslı tarihçi Nichephoros Gregoras'ın, Çingene akrobatlarının 1322 yılında Konstantinapol'e ulaştıklarını kaydettiği bildirilmektedir. Ayrıca bu tarihten çok önce, X. yüzyılda onların, Konstantinopol'e demirci ve seyis olarak geldiği de kaydedilmektedir. Bu haberlerin ışığında çingenelerin Anadolu'ya girişlerinin IX. ve XIV. yüzyıllar arasında olduğunu söylemek mümkündür.
Avrupalı bilim adamları ise Orta Çağ kronikçilerinin verdiği bilgilere dayanarak, Timurleng'in Anadolu'yu istilasıyla birlikte, Anadolu'da bulunan çingenelerin bir kısmının o tarihten itibaren Avrupa'ya geçmeye başladığını savunmaktadır. Nitekim bunun en önemli göstergesi ise 1400'lü yıllardan sonra Avrupa'da görülen bazı çingene gruplarının lisanlarında Türkçe'den alınmış kelimelere rastlanmış olmasıdır.
Gırnata çingenesi
Çingenelerin Türkiye'deki Tarihi
Avrupa'ya Türkiye üzerinden göç etmiş olan çingenelerin, XX. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren tekrar Türkiye'ye Avrupa üzerinden zorunlu olarak göç ettiklerine şahit olunmaktadır. Bunun en önemli sebebi; onların XIV. yüzyıldan itibaren Avrupalılarca Türk ve ya Türk ajanı oldukları gerekçesiyle dışlanmaları, esir edilmeleri ve hatta toplu katliamlara maruz bırakılmalarıdır. Bizim burada üzerinde durmak istediğimiz husus, çingenelerin hileyle Türkiye'ye gönderilmeleridir. 1923 yılında yapılan Lozan Barış Antlaşması gereğince Türk ve Rum nüfusun mübadelesine ilişkin 19 maddelik sözleşme ve protokol 30 Ocak 1923'de imzalanmıştı. Ayrıca Sırp-Hırvat ve Sloven devletleri de daha sonra 24 Temmuz 1923'de Lozan Antlaşması'nın pek çok hükmüne imza koymuşlardı. Bu antlaşmalar çerçevesinde 1924 yılı Ekim ayının sonuna kadar sadece Yunanistan'dan Türkiye'ye gönderilen göçmen sayısı 370.000'e ulaşmıştı. Göçmen sayısının kademeli bir şekilde artmasından sonra, resmi istetistiklere göre Türkiye'ye gönderilen göçmen sayısı 456.720'i bulmuştu. Ayrıca mübadele kapsamına girip, mübadele edilmeyi beklemeden Türkiye'ye sığınmacı olarak 50.000'i aşkın göçmenin gelmesiyle, ülkemize getirilen göçmen sayısı 500.000'i geçmişti. Büyük bir ihtimalle Türkiye'ye gönderilen bu göçmenler arasında çok sayıda çingene de bulunmaktadır. Zira yukarıda belirtildiği üzere Avrupa'da çingeneler Ortaçağ'dan itibaren Türk ve ya Türk ajanı olarak telakki edilmiştir. Kanaatimize göre bu antlaşmayı fırsat bilen Yunanlar, kendi ülkelerinde yaşayan çingenelerin büyük çoğunluğunu, Türk oldukları gerekçesiyle Türkiye'ye göndermiştir. Zira ülkemizde kendilerini ''roman'' olarak nitelendiren vatandaşlarımızın tamamı, Avrupa'dan Türkiye'ye göç eden çingenelerdir. Kendileriyle görüştüğümüz bütün Romanlar; Yunanistan, Bulgaristan ve Yugoslavya göçmeni olduklarını söylemektedir. Hatta aralarında doksan yaşın üzerinde olanlar Türkiye'ye gönderilişlerini hatırlamaktadır. Osmaniye'deki Manuşların yakın zamana kadar çeribaşılığını yapmış olan 94 yaşındaki Hüseyin Kaplan isimli şahıs bunlardan biridir. Yunanistan'ın kendi ülkesindeki çingeneleri hileyle Türkiye'ye gönderişinin yanı sıra, Bulgaristan'ın da sınırları içerisinde yaşayan çingeneleri tehcir ettirmesi üzerine, Bulgar çingeneleri de 1930'lu yıllardan itibaren Türkiye'ye gruplar halinde gelmeye başlamıştır. Günümüzde Osmaniye, Çorum, Sakarya, Tekirdağ gibi illerde çoğunlukta bulunan ''But Manışa'' isimli Romanların tamamı Bulgaristan'dan gelmiştir. Ege ve Marmara Bölgesi'nde yaşayan Romanların tamamı Yunanistan ve Yugoslavya'dan geldiklerini ifade etmektedir. Ayrıca Osmanlı Devleti zamanında, bilhassa 1877 yılından itibaren Balkanlar'dan Anadolu'ya Türklerin zorunlu olarak tehcir edilmeye başlamasıyla birlikte, Türklerin yanı sıra pek çok çingenenin de Anadolu'ya gelmiş olması muhtemeldir.
Osmanlı Devleti, Rumeli Eyaleti'nde çoğunlukta bulunan çingeneler için Rumeli'de merkezi o zamanki ismiyle Kırkkilise(Kırklareli) olan bir ''Çingene Sancağı'' tahsis etmiş, İstanbul ve Rumeli'de oturan çingeneleri bu sancağa bağlamıştır. Çingenelerin göçebe olarak yaşamaları ve sürekli yer değiştirmeleri sebebiyle kesin sayıları tespit edilememiştir. Lakin 1477'de İstanbul'da yapılan nüfus sayımında 31 hanelik çingene ailesi tespit edilmiştir.
Çingenelerin göçebe bir hayat yaşamalarından dolayı Osmanlı Devleti, onların vergilerini düzenli olarak toplayamamaş ve bunun önüne geçebilmek için yeni fethedilen yerlerden çingenelere toprak vererek, onları yerleşik hayata geçmeye ve ziraate teşvik etmiştir. Kanaatimizce ;Osmanlı Devleti, çingeneleri Avrupa'da yeni fethedilen bu bölgelere sadece yerleşik düzene geçmeleri için yerleştirmekle kalmamış, aynı zamanda onları Avrupa devletlerine karşı sınır muhafızları olarak da kullanmış olmalıdır. Zira çok geniş toprağa sahip olan bir devletin, yeni fethedilen yerleri seçmesinin başka bir izahı zor gözükmektedir. Sultan Selim II. (1566-1574) 1574 yılındaki bir fermanıyla ''Bosna-Hersek'te yerleştirilmiş olan çingenelerin vergiden muaf olduklarını, hiç kimsenin onların aktivitelerine karışmamasını, ancak kanunları ihlal eden çingenelerin de çeribaşları tarafından yakalanarak, devlete teslim edeceğini bildirmektedir.''. O dönemde Bosna-Hersek'de yerleştirilen çingenelerin bir kısmının madencilikle uğraşmış olduklarını da belirtmek gerekmektedir.
Osmanlı Devleti, sınırları içerisinde yaşayan çingenelerin müslim ve gayr-ı müslim olarak iki gruba ayırmasına rağmen, bu iki grubu hukuki bakımdan denk saymıştır. Osmanlı devletinde sadece gayr-ı müslimlerden cizye alınması söz konusuyken, kıpti teb'anın hem zimmilerinden hem de müslimlerinden cizye alınmıştır. Ancak bu iki grubun ödediği cizye miktarı farklı tutulmuştur.
Çingenelerin Yaşayışları
İspanyol romanları
Yörelere göre çeşitli şekillerde adlandırılmalarına rağmen Türkiye'deki çingenelerin büyük çoğunluğunun çingeneliği kabul etmediğine ve ''çingene'' ithamını reddettiklerine de tanık olunmuştur. Bunun en büyük sebebi, onların gittikleri her yerde horlanmaları, dışlanmaları ve aşağılanıyor olmalarıdır. Çingeneliği reddedişlerinin bir başka ve en önemli sebebi de çingenelerin, Hz. İbrahim'in mancınıkla atılması esnasında meleklerin buna mani olduğu ve melekleri kovalamak için de şeytanın telkiniyle bir bacı ve kardeşin, mancınığın yanı başında zina etmesinin neticesi olarak meydana geldiklerine dair halk inancıdır. Bu yanlış inanışa göre, ''çin'' ve ''gen'' isimli bacı ve kardeşin zinasından çingene olarak bilinen bu insanlar türemiştir. Çingeneler de, halk arasında yaygın ama yanlış olan bu inanışın farkında oldukları için, haklı olarak bu çingenelik yakıştırmasını reddetme eğilimindedirler.
Ergenlik çağına kadar çingene kız ve erkek çocukları beraber oynar, çekinmeden birlikte derelerde yıkanır ve kırlarda dolaşırlar. Ancak buluğ çağına geldikleri andan itibaren genç kızlarla erkeklerin yolları ayrılır. Artık onlar kadınsı ve erkeksi faaliyetle meşgul olmaya başlarlar ve özellikle de kendilerini istikbaldeki evliliklerine hazırlarlar. Genç kızlar, evleninceye kadar çok sıkı bir korumaya alınırlar. Onlar, yalnız hiç bir yere gönderilmez, çalışamaz, yabancı erkeklerle konuşamaz. Ancak erkek kardeşinin nezaretinde yahut diğer yakın akrabalarının denetiminde çalışabilir, dansözlük edebilir, dilencilik yapabilir ve ya çiçek satabilir. Böylece bütün ailenin akrabaların gözü genç kızlarının üzerinde olmakla, onları korumuş olurlar.
Göçebe çingenelerin eğitimsiz ve yaşayışlarının iptidailiğine rağmen aile ekonomisinde erkek ile kadın arasında bir iş bölümünün olduğu görülür. Bu ekonominin imalatçısı erkek, pazarlayıcısı da kadındır. Çingene erkeği gününü çadırda imalatla geçirirken, çingene kadını da mevcut mamulleri satmaktadır. Bu durum geçmişte olduğu gibi, günümüzde de aynı şekilde devam etmektedir. Ancak bu iş bölümü, her zaman böyle değildir. Genellikle ağır işler kadınlara düşerken, erkekler kahvehanelerde yahut çadırlarında vakit geçirmekte tabiri caizse yan gelip yatmaktadır. Tam konar göçer çingene gruplarının bazılarında, erkekler hiç bir imalat işiyle uğraşmamakta, sadece konakladıkları yerlerdeki kahvehanelerde horoz dövüştürerek para kazanmaktadır. Özellikle kendilerini ''Melikli'' yahut ''Melikan Aşireti'' olarak tanıtan grubun erkekleri, horoz dövüşüne büyük önem vermekte ve bundan çok büyük paralar kazanmaktadırlar. Erzurum'un Ilıca ilçesindeki bir kahvehanede, 1997 yılında bir gecede 200 TL kazandıklarına şahit olduk.
Yarı göçer çingenelerde de erkek ve kadınlar arasında bir iş bölümünün olduğu gözlenmektedir. Genellikle bunlarda da işin çoğu kadınların sırtındadır. Ancak erkekler de bilhassa hurda toplayarak bunları sele, sepet gibi mutfak malzemeleriyle değiştirerek satmaktadır.
Gelenek ve tecrübenin koruyucusu olan yaşlılar, bütün çingene gruplarında çok özel konuma ve yüksek saygıya sahiptir. Özellikle de kabilenin en yaşlı kadınının gelenek ve göreneklerin korunması hususunda çok büyük bir önemi vardır. ''Çingene Anası'' ve ''Çingene Kraliçesi'' gibi motifler, çingenelerin tecrübeli yaşlı kadınlarına verdikleri önemi göstermesi açısından dikkat çekicidir. Aynı zamanda yaşlı kadınlar, genç çingene kızlarının moral değerlerinin de muhafızlarıdır.
Ülkemizde hem yerleşik hayata geçmiş olanlarda hem de göçebe olarak yaşayan çingenelerin yaşlılarına kadın erkek ayırt etmeden büyük saygı gösterdiklerine şahit olunmuştur. Ancak erkek yaşlıların bütün kabile için çok büyük bir önemi varken, kadın yaşlıların önemi daha ziyade kadınlar için geçerlidir. Ayrıca aile içerisinde de büyük ebeveynlere maksimum saygı gösterilmektedir.
Yerleşik çingeneler, genelde şehir varoşlarında baraka türü ve ya oldukça kötü evlerde hayatlarını sürdürmektedir. Onların yerleşik hayata geçmiş olmalarının çoğu meslek sahibidir. Özellikle müzisyenlik, demircilik, hurdacılık, seyyar satıcılık, hamallık, ayakkabı boyacılığı gibi düşük seviyeli işler genellikle yerleşik çingenelerce icra edilmektedir. Her ne kadar yerleşik çingenelerden çoğu düzensiz, sağlıksız varoş tipi evlerde yaşasalar da, onlar arasında düzenli şehir hayatına geçmiş olanlarını da görmek mümkündür. İstanbul'da bazı çingeneler, ferdi olarak kendi mahallelerini terk etmekte ve ekonomik durumlarına göre apartman hayatını tercih etmektedir. Lakin bu yeni hayata uyum problemi yaşamakta, mahallesini değiştirip yaşayış tarzlarında hiç bir değişiklik yapmamaları sebebiyle, yerli halk, çingenelerin gürültü ve bitmeyen kavgalarından rahatsız olmaktadırlar.
Çingenelerin genellikle aynı mekanlarda kümeleşerek yaşamalarında, hayatlarını kolaylaştırıcı pek çok unsurun bulunması önemlidir. Her şeyden önce çingene kültürünün devam ettirilmesi için önemlidir. Bunun yanı sıra çok çeşitli gürültü, patırtı ve kavga durumlarında, hiç bir çingene diğerinden rahatsız olmamaktadır. Ayrıca aynı mekanda ve sadece çingenelerin oluşturduğu yerleşim yerleri, çingeneler için bir barınağın ötesinde koruyucu bir sığınak vazifesi görmektedir. Özellikle bazı şehirlerdeki çingene mahallelerine güvenlik güçleri dahi girememektedir. Böyle olunca bu yerler, çingenelerin her türlü suçun akabinde kendilerini güvenlikte hissettikleri mekanlar olmaktadır. İstanbul'da Hacı Hüsrev, Kırklareli'nde Tomoğlu Mahallesi, Edirne'de Umurbey Mahallesi gibi yerler bunun en canlı örneğidir.
Göçebe çingenelerin, yerleşiklere nazaran daha varlıklı oldukları tespit etmiş bulunuyoruz. Altlarında son model minibüs ya da otomobil olan göçer çingeneler, yokluk sebebiyle göç etmemektedir, aksine onlar yaşam biçimleri ve gelenekleri olduğu için göç etmektedir. Kendilerine zaman zaman altlarında arabaları satmaları halinde iyi bir ev ve hatta iş bile kurabilecekleri halde niçin göç etme gereği duyduklarını sorduk; ''altın kafese de konsalar, göç etmeden yaşayamayacakları, bunun onların hayatının vazgeçilmez bir parçası olduğu'' cevabını aldık. Gerek Türkiye, gerek Avrupa ve gerekse Amerika çingenelerinin teknolojik yeniliklere açık olmaları ve içinde yaşadıkları toplumların kültürlerinden ziyade, teknolojik yeniliklerini benimseme özellikleriyle, romantik çingene tasvirine uymadıkları açıktır. Bu durum çingene kültürüne ters düşmemektedir. Çünkü çingeneler gösterişi, olduğundan zengin ve büyük görünmeyi, yani abartılı bir hayatı seven bir yapıya sahiptir. Ayrıca teknolojik yeniliklerin çingenelerin hayatlarını kolaylaştırdığının da göz ardı edilmemesi gerekir. Ancak buna rağmen çingenelerin modern arabalara sahip olması ve cep telefonu, araç telefonu gibi teknolojik yenilikleri takip edişlerinin gerisinde, hayatın kolaylaştırılışının yanında, çingenelerin gösteriş merakının aranması da yanlış olmasa gerektir.
Göçebe çingenelerin tencelerinde genellikle bitkisel yiyecekler bulunmakla birlikte et yemeyi de çok severler. Özellikle tavuk eti, en çok tercih ettikleri yiyeceklerdendir. Sümüklü böcek ve kirpi de sevdikleri etli yiyecekler arasındadır. Sarımsaklı kirpi çorbası, tıpkı Türk çingenelerinde olduğu gibi, Avrupa çingenelerinde de sevilen yiyeceklerdendir.
Türkiye'deki çingene gruplarından bazıları, bilhassa da kendilerini ''But Manışa'' (Büyük Adam) kabilesi olarak adlandıran ''Manuş''lar sığır eti yememekte, daha ziyade tavuk, hindi ve koyun etini tercih etmektedir. Türkiye'deki bütün çingenelerin sığır eti yememe geleneğini çok katı bir şekilde devam ettirdiklerini söyleyemeyiz. Zira bazı çingenelerde sığır eti yerine dana eti tercih edildiğine şahit olunmuştur.
Çingene içeceklerinin başında ise hiç şüphesiz alkol gelmektedir. Öyle ki, alkol kullanmayan çingene, adam bile sayılmamaktadır. Düğünlerde, bayramlarda ve her türlü eğlencelerde su yerine alkol tüketilmektedir. Ayrıca erkekler hemen hemen her gün eve bir şişe alkollü içki getirmekte ve bunu evde içmektedir. Daha çok rakıyı tercih etmekle birlikte ekonomik durumlarına göre içki çeşidi değişebilmektedir. Yerleşik ve göçer çingenelerin hepsinde içki bir nevi gelenek olmuştur. Türkiye'nin bütün bölgelerinde kendileriyle görüştüğümüz aile reislerinin büyük çoğunluğu günlük kazancıyla ilk önce içkisini almaktadır. Günlük kazanıp, günlük yiyen çingenelerin kazancı çoksa o gün mutlaka rakı alınmakta, yeterli seviyede kazanamadıysa bu takdirde ''Arap karası'' denen ucuz şarap ve ya bira alınmaktadır. Kontrolsüz alkol tüketimi neticesinde onlardan pek çoğunun ileri derecede alkol bağımlısı hasta olduğu da bir vakıadır. Alkollü içkilerin yanı sıra çingeneler arasında zevk veren esrar, eroin, hap vs. gibi uyuşturucu ve tütün kullanımının da çok yaygın olduğunu müşahade ettik.
Çingenelerin İnanışları
Yüzlerce yıl devam eden seyahatlerine rağmen çingeneler, kendi inanış ve geleneklerini muhafaza etmiştir. Bu da, ''endogamik evlilik'' (grup içi evlilik) sayesinde olmuştur. Bütük dünyadaki çingeneler gibi, Türkiye'dekiler de küçük yaşlarda evlenmektedir ve bu evlilikler büyük ölçüde yakın akrabalar arasında olmaktadır. Erken yaşta ve yakın akraba evliliği, çingene geleneğidir. Çingene olmayan biriyle evlilik ise otomatik olarak çingenelikten ihraç anlamına gelmektedir. Kanaatimize göre bu gelenek, kendini koruma amacının bir yansımasıdır. Zira çingeneler sürekli kendi aralarında evlenmeseler, geleneklerini muhafaza etmeleri mümkün olmayacaktır.
Türkiye çingeneleri arasında çok evliliğin olduğuna şahit olunmuştur. Araştırmamız esnasında yedi hatta on bir hanımla aynı anda evli olanları gördük. Onları çok evliliğe iten sebeplerin başında gelenekleri gelmektedir. Bir diğer sebep ise, özellikle göçer çingeneler arasında resmi nikahın olmayışıdır. Evlilikler satın alma esasına dayalı olmakla birlikte, çok evliliğin gerçekleştirilmesi esnasında, çingenelere ilk evliliklerindeki gibi altından kalkılmaz ağır ekonomik yük gelmemektedir. Hal böyle olunca, kendine ve cebine güvenenler istedikleri kadar hanım satın alabilmektedir.
Özellikle göçer durumda olanların pek çoğu Bektaşi-Alevi Müslüman, yerleşik durumda olanların büyük çoğunluğu ise Sünni Müslüman olarak bilinmektedir. Kanatimizce göçerlerin Bektaşi-Alevi itikadını benimsemelerinin en önemli sebebi onların yörüklerle içli dışlı olmalarından kaynaklanmaktadır. Çünkü göçer çingeneler, çoğu zaman yörüklerin göç yollarını kullanmakta ve onların yakınlarında konaklayarak rızıklarına ortak olmaktadırlar. Bundan dolayı etkileşim kaçınılmak olmaktadır. Yerleşik durumdaki büyük çoğunluğun da sünni anlayışı benimseyen Müslümanlardan etkilenmiş olmaları mümkündür.
Çingeneler, kendilerini çingene olmayanlardan ayırmaktadırlar. Bu ayırımın çeşitli sebepleri vardır. Ancak ayırımdaki en önemli etken, çingene kültür ve geleneğinin muhafazası içindir. Bu sebeple onlar grup içi evliliği tercih etmektedir. Eğer bir kız, çingene olmayan bir erkekle evlenirse, ailesinin prensiplerini inkar ettiği gerekçesiyle gruptan ihraç edilmektedir. Prensip olarak çingeneler, çingene olmayanları pis telakki etmektedir. Bir çingene kızının çingene olmayan biriyle evlenmesi halinde kız da pis olmaktadır. Ancak çingene olmayan bir kızın çingene kültürünün bütün değerlerine tam uyması halinde, bir çingene genciyle evlenmesinde hiç bir sakınca yoktur. Aynı şey, çingeneliği kabul edecek erkek için de geçerlidir. Türkiye genelinde yaptığımız bu ampirik araştırmamız esnasında; hem çingene erkeklerin çingene olmayan kızlarla evlendiklerine ve hem de çingene olmadığı halde çingene kızıyla evlenip onların geleneklerine uyarak tamamen çingeneleşen insanlara rastladık. Avrupa çingenelerinde de aynı katı kuralların olduğu tecrübi olarak tespit edilmiştir.
Tabu sistemiyle alakalı olarak çingenelerin, çingene olmayanların yıkandığı nehir ve ya akarsuda yıkanmadıklarına şahit olduk. Onlar, pis olarak telakki ettikleri için, onların yıkandığı ırmak ve ya akarsu da pisliği bulaştırdıkları inancıyla yıkanmıyorlar. Aynı şekilde çingene inancına göre, kadınların belden aşağı kısımlarının bulaştığı sular da pislenmiş kabul edildiği için, erkek çingenelerin kadınların ve ya çingene olmayanların girdiği akarsu da yıkanmamaktadır. Erkekler genellikle aydınlık gecelerde akarsuya girerek yıkanmaktadır. Çünkü gece ne kadınlar ne de yabancılar akarsuya girmeyecekleri için su, temiz olmaktadır.
Bu yazı turkiyecingeneleri.8m.com sitesinden alıntıdır. Keşke vaktim ve sabrım olsaydı böyle bir araştırmayı ben yapabilseydim. Orada daha ayrıntılı bilgiler vardı fakat ben çok ayrıntıya inmeden genel olarak ilgimi çeken kısımları alıp belki başkalarının da ilgisini çeker ve neredeyse hiç kimsenin haberi olmayan bu konuda biraz bilgi sahibi olmayı sağlamak istedim. Bu yazıyı alırken ya da paylaşırken herhangi bir ırk ayrımı ya da küçük görme yapmadım ya da bunu o niyetle hazırlamadım. Tamamen merak üzerine oluşturulmuş bir yazıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder